2012-2013
Sizlere kadın
programlarına olan gıcıklığımı ve insanlıktan çıkışımızın şova
dönüştürülmesinin midemi nasıl bulandırdığını anlatmak istesem de değinmek
istediğim başka bir konu var. Ucundan kıyısından dinlediğim, kulaktan dolma
bilgilerimle yaklaşık 2 aydır takip ettiğim bir mesele bu.
Otuzlu
yaşlardaki, evli – sanıyorum- ve 7 yaşında bir kız çocuğu olan öğretmen, 13
yaşındaki bir kız çocuğunu kaçırıyor ve yaklaşık olarak 70 gündür
bulunamıyorlar.
Konuyla
ilgilenen kişi Serap Ezgü, diksiyonunu beğensem de tepkileriyle tüylerimi diken
diken eden bu kadın hakkında yorum yapmamaya çalışacağım zira söylediklerim
hakarete kaçabilir. O yüzden bu ve
programla ilgili kısımları hızlı bir şekilde geçelim.
Programa
ilk rastladığım dönem sınavlarım arasındaki boşluktan neye saracağımı şaşırdığım güne denk geliyor. Tam olarak o gün başladı benim bitmek
bilmeyen sinir krizlerim. Kadın
programlarını çerez niyetine tüketen arkadaşım Aylin, annemi yakalayıp
bir köşeye çekmiş; konu hakkındaki fikirlerini alıyor, böyle bir olay
karşısında nasıl tepki verilmesi gerektiğini soruyordu.
Kapıda durmuş onları izlerken, annemin ekrana bakıp “Bu çocuk 13 yaşında mıymış?” diye sorduğunu duyduğumda, gözlerim istemsizce ekrana kaydı. O ana kadar ekrana bakmamış, programla ilgilenmemiştim bile. Ekranda yüzünü net olarak hatırlayabildiğim esmer bir adamla birlikte, güzel gözleri olan genç bir kız vardı. Kaşlarımı çatıp yeniden baktım, zihnimde dönüp duran 13 sayısını bir kenara atıp ekrandan bana bakan kızın kaç yaşında olduğunu tahmin etmeye çalıştım.
Genelleme
yapmak istemesem de ortada böyle bir gerçek var ve aileler “çağ koşulları” gibi
kıytırık bir sebep yüzünden bu çocukları enselerinden tutup silkelemiyorlar.
Hiç kimse kusura bakmasın ama ben 15 yaşındaki çocuğun kalkıp evlilikten bahsetmesini
normal karşılayamıyorum. Hele “Ehehehe, büyüdü de evlilikten konuşuyor bak şuna
ablası” diyenleri hiç anlayamıyorum.
Topuklu
ayakkabı, dekolte, makyaj gibi meselelere hiç girmeyeceğim zira oraya girersem
yaşanamayan çocukluk meselesine ve bunun psikolojik getirilerine de el atmam
gerekir. Biz kısaca şu duruma; anne karnından kadın olarak çıkmak diyelim ve
dönelim konumuza.
Aylin’den
öğrenebildiğim kadarıyla program sürekli seyirci ihbarları alıyor ve öğretmen ile
küçük kız ülkenin farklı yerlerinde görülüyormuş. Herkes dehşet içinde, Aylin
ateş püskürüyor. Seyirciler Öğretmen’i bulsalar bir kaşık suda boğacaklar vs vs.
Tamam. Hepsine tamam, adamı görsem polise ihbar ettikten sonra ibret olsun diye
paralarım olduğu yerde, hiçte kaçacak filan diye endişe etmem. Sinirlendiğimde
içimden She Ra çıkıyor benim ama şöyle
de bir durum var; ilgimi çeken, insanlara karşı öfkemi ateşleyen.
-Yanlış biliyor olabilirim, zira programı
oturup izlemişliğim yok. Kulaktan dolma bilgiler benimkiler- Bu adam, bu
kızı kaçırmadan önce görev yaptığı farklı okullarda kız öğrencileri istismar
eden hatta ve hatta bir kız öğrencisinin okuldan alınmasına sebep olan bir döl
ziyanıymış. E be güzel yurdumun güzel insanı, hastanede sıra almadan muayene
olan insana gösterdiğin o ateşli tepkiyi burada da göstersene sen!
Bu ülkenin
polisi sesini çıkartan her vatandaşa jopla saldırmıyor ki, cidden saldırmıyor
bak. Başına bir işte açılmıyor. Hadi açıldı diyelim, evladından önemli mi?
Başın azıcık ağrısa, öğretmenin o nüfuzlu ailesi sana bela olsa ne olacak?
Evladından ya da gencecik bir kızın hayatından önemli mi? Değil. Olamaz,
olmamalı.
Oluyor.
İnsanlar susuyorlar, böyle adamlar ortalarda dolaşıp başka çocuklara musallat
oluyor. En sonunda da kaçırıyorlar. Sonra olay programlara yansıyor ve dram
bize “şok şok şok” efektleriyle aktarılıyor. Şok Şok Şok! İnsanlarımızın çoğu
14 yaşındaki çocuklara musallat olan bir erkeğin pedofili hastası
olabileceğini, akli dengesinin bozuk olabileceğini, o çocuğun başına
gelebilecek şeylerin telafi edilemez sonuçları olduğunu bilmiyor.
İnsanlarımızın
bir çoğu 13-14 yaşlarındaki kendi kararını vermekten aciz bir çocuğun “rızasının”
olabileceğini düşünüyor. Ona rıza sormayı düşünüyor ve “Adamla kaçtıysa belki gönlü vardır”
diyorlar. Yıllardır tutturduğum bir çizgi var ve onu bozmayı gerçekten
istemiyorum ama lütfen, en azından bir saniye için beyninizi gerçek işlevi için
kullanın ve düşünün!
Siz 14
yaşındayken kendi kararlarınızı kendiniz veriyor muydunuz? Ya da şöyle soralım,
verdiğiniz en büyük karar neydi? Kot pantolonunuzu kendiniz seçmeniz mi?
Gideceğiniz liseye karar verirken, kendi arzularınızı dinlemeniz mi? Ne?
Tüm bunların
kadın-erkek ilişkileriyle uzaktan ya da yakından bir alakası var mı? Rızaymış
da, istekmiş de, aşkmış da. Hadi çocuk manyak, rızası var. Bile isteye kaçtı,
aşık oldu diyelim. 13 yaşındaki çocuğun aşkından ne olur yahu?, demişim yıllar önce.
Şimdi bakıyorum
da, değişen bir şey yok. Ah pardon! Değişen çok şey var, artık bu durumlara o
kadar çok rastlanıyor ki ne televizyon programları ne de mahkemeler olayların
hepsine yetişebiliyor. Bazısı için bir kereden bir şey olmaz denirken, çoğu
genç kız/çoğu çocuk intiharın kıyısına kadar sürüklenip orada kaderin kollarına
bırakılıyorlar. O günden bugüne değişen şeyler var. Artık çocuk evliliklerinin
ya da kaçırılmalarının yanı sıra çocuk intiharlarını da duyuyoruz. Yeni
felaketlerimizden biri de bu. Çocuklar tacize ya da tecavüze uğrayıp rızaları
olmadığına inandıramadıkları yetişkinler yüzünden, kendi suçları bile olmayan
bir pisliğin utancından intihar ediyorlar.
Ve biz...
Alışıyoruz. Alıştırılıyoruz. Bir kereden bir şey olmuyor ya da olayın kaç kere
yaşandığına bakıyoruz. Tutulacak tarafı olmayınca ağzımızın ucuyla kınıyoruz.
Tepki vermek yerine aileleri ya da giyim kuşamı suçluyoruz. Önlem almıyoruz.
Karşı koymuyoruz.
Alışıyoruz.
0 oyuncu online:
Yorum Gönder